ATATURK'TEN ANILAR

BEN YAPAYIM, SİZ YAZARSINIZ

Gazi Mustafa Kemal, bu işler için muhakkak ki, hukuk kitapları okumuştur. Fakat onların hiçbirisini, aynen uygulama alanına koymamıştır.
Hatta bir gün kendi anlattığından işittiğime göre, meşhur bir Türk hukukçusu, kendisine: "Bu uyguladığınız esaslar hiçbir hukuk kitabında yoktur" diyor. Mustafa Kemal'in cevabı şudur:
- Uygulanıp denenişler, kural ve prensip haline gelirler. Ben yapayım, siz kitaba yazarsınız.

Prof. Dr. Afet İNAN

 


 

 

CUMHURİYETTE ANGARYA YOKTUR

Cumhuriyetin ilanından sonra idi. Karadeniz'de bir geziye çıkmıştı. Kendisine eşlik edenler arasında bulunuyordum. Rize'ye geldik. Yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti. Vali'ye:
- Yollarınızı nasıl bu hale getirebildiniz? diye sordu. Vali de anlattı. Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış.
Atatürk'ün kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille:
- Vali Bey, dedi "Corvee" nedir bilir misiniz? Öyle ise ben söyleyeyim: Angarya demektir. Ve şunu da bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyette angarya diye bir şey yoktur.

Muzaffer KILIÇ

 


 

ORDUYU AYIKLAMA

Yıl 1918, Selanik'te bir konferanstan sonra arkadaşlarıyla konuşması:
- Devrimi tamamlamak lazımdır. Biz bunu yapabiliriz. Ben, bunu yapacağım. O zaman için düşündüklerimi size kısaca anlatayım: Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek sayılan komutanları, benim için yoktur. Ordu kumanda sicilleri için ben, son limit olarak, binbaşıyı kabul ediyorum. Geleceğin büyük komutanları bunlar olması gerekir. Sicil defterlerinin binbaşıya kadar olanlarını saklayacağım, üst tarafını yaktıracağım.
Arkadaşlardan biri, bu söz üzerine buna karşı duruyor ve bu büyük ayıklama işinin nasıl yapılabileceğini anlamak istiyor. Mustafa Kemal'in cevabı şudur:
- Evet, binbaşından yüksek olanlar ay başında, benim kuracağım bürolara gelip maaşlarını istedikleri zaman, büro şefleri defterleri dikkatle inceledikten sonra: "Efendim, defterde sizin adınız yoktur, sizi tanımıyorum" diyeceklerdir.

Prof. Dr. Afet İNAN


 

EMİN OLUN BUNLARIN HEPSİ OLACAK

Bulgar Türkoloğu İvan Manolof, Meşrutiyetten (1908) bir iki yıl önce Selanik'te Atatürk'ten O'nun Türk devrimine ait düşüncelerini dinlemişti. Yarınki Türkiye'yi heyecanla anlatan Atatürk, Manolof a demişti ki:
- "Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün bu devrimleri başaracağım. Bağlı olduğum millet, bana inanacaktır. Düşündüklerim hiçbir demagoji ürünü değildir. Bu millet, gerçeği görünce, arkasından duraksamaksızın yürür. Dava uğrunda ölmesini bilir. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak batı uygarlığına aktarılmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki ayrımlar silinerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Batı uygarlığına girebilmemize engel olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar, her şeyimizde batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır."

Arif Necip KASKATI


 

HİTLER HAKKINDAKİ DÜŞÜNCESİ

Ben, O'nu tek bir kez görmüştüm. Güzel ve kültürlü bir Fransızca ile konuşuyordu ve görünüşe göre bundan hoşlanıyordu. Bir ara konuşmayı Almanya'daki duruma yöneltti. Kısa ve kesin bir biçimde formüllendirdiği sorularından, bu konunun kendisini ne kadar meşgul ettiği ve Hitler'den hiç de hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Konuşmamız sırasında, bu yönde doğrudan doğruya bir sözünü hatırlamıyorsam da, sorularından ve jestlerinden, diktatörler dünyasının bu yeni yıldızının hayranı olmadığı kolaylıkla görülüyordu. Yalnız bir kez, o da konuşmamız sona ererken ve ben Nazi'lerin savaş niyetlerine değinerek sözlerimi bitirirken, karşılık olarak, hemen hemen felsefi-psikolojik bir görüş açıklaması biçiminde şunları söyledi:
- "Daha hiçbir askerlik ve devlet adamlığı başarısı göstermemiş bir adama, iktidarı topyekün teslim etmek, temel bir hatadır. Bir onbaşı, büyük bir askerî deha, büyük bir stratej olduğunu kanıtlamak için de, her şeyi göze almaktan çekinmeyecektir."

Rudolf NISSEN

 


 

YERİNİZ MAKAMINIZDIR

Atatürk, Cumhurbaşkanı iken bir ilçede Kaymakamın odasına girmişti. Kaymakam kalktı, köşede bir iskemleye büzüldü. Atatürk:
- Siz burada devleti temsil ediyorsunuz. Yeriniz makamınızdır, benim ziyaretçi olarak yerim de sizin karşınızdır, demişti.

Falih Rıfkı ATAY


 

EMİRLERİ ÜNİFORMA VERMİYOR

1923'te Konya'da verdikleri demeci, ayrılacakları gece, basına verilmek üzere tekrar okutturuyorlar.
Muhtar Bey (Şakacı bir adam olan İngiliz Muhtar) kadehini kaldırıyor:
- Yaşasın Başkomutan!
- Niye Mustafa Kemal demiyorsun da Başkomutan diyorsun? Muhtar Bey üstü kapalı bir davranışla:
- Hele, diyor ne olur ne olmaz, daha uzun süre şu Başkomutanlık üzerinizde kalsın!
Şakalaşıp duran Gazi kartallaşıveriyor:
- Vay, sen beni Başkomutanlıktan mı kuvvet alır zannediyorsun? (Sesini tabiîleştirerek) Dinle bak öyle ise, sana bir hatıra anlatayım: Hani ben Erzurum'da ordu müfettişliği nişanlarını yakamdan atarak, "ferdî millet" kalmıştım ya? O zamana kadar emirlerimi dinleyen komutan (ismini söyleyecekti, söylemedi) ondan sonra verdiğim emirleri dinlememeye başlamasın mı? Makamına gittim:
- Paşa, paşa dedim, size o emirleri bu yakadaki yıldızlar vermiyor, Mustafa Kemal veriyordu, o yine karşınızdadır, yazınız!
Yazdı, emir gideceği yere gitti. Fakat çıktıktan sonra aklıma gelmişti. Ya komutan düğmeye basıp da, "Posta, bunu dışarı çıkarınız!" deseydi. Sesi yine heybetleşerek:
- Fakat diyemezdi, Muhtar, karşısında Mustafa Kemal var, diyemezdi! Muhtar Bey kadehini kaldırarak yürekten bağırıyor:
- Yaşasın Mustafa Kemal!

İsmail Habip SEVÜK

 


 

SOYADI'NIN BELİRLENMESİ

Demin bir sözü yanlış söyledim, Gazi'yi Büyük Millet Meclisi, kanunla "Atatürk" yaptı, dedim. Bu söz eksiktir. O, kendini "Atatürk" yaptı. Kanun, olayı kabul etti. O günlerde soyadı kanunu çıkacaktı. Bir akşam yemeğinde, Gazi "Atatürk" adını alacağım, dedi. Karşı geldiler:
- Memleket, dünya, tarih "Gazi Mustafa Kemal"i tanıyor. Ona nasıl dokunulur.
Atatürk karşılık verdi:
- En tanınmış Türkler, yabancı isimler taşıyorlar. İbn-i Sina gibi, El-birûni gibi... Bu yabancı isimlerin karşısında, bunların Türk olduklarını kanıtlamamız gerekiyor ve kanıtlamak için de uğraşıp duruyoruz. Buna son vereceğim ve kendi adımla başlıyorum!
Ve Gazi Mustafa Kemal o gece Atatürk'tü. Ertesi gün kanun bu olayı onayladı. O'nun kanuna bu kadar nazı geçerdi.

Mithat Cemal KUNTAY

 


 

NAPOLYON BENZETMESİ

General Tawsand 12 Haziran 1922 tarihinde Adana'ya geldi. Kendisine o vakit haber almada çalışan deniz yüzbaşılarından Cemil refakat subayı olarak atanmıştı. General bir gece Adana'da Bursa Oteli'nde kaldı. Ve ertesi günü özel trenle Konya'ya geçti. O günün akşamı saat 9'da Mustafa Kemal, Tawsand'la görüşmelere başladı. Tawsand görüşmeler esnasında kendince yaptığı bir benzerliği Mustafa Kemal'e bildirerek:
- "Siz Napolyon'a benziyorsunuz." dedi. Mustafa Kemal bu benzerliği geri çevirerek:
- "Napolyon arkasına bir sürü çeşitli milliyetteki insanı toplayarak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki, yarı yolda kaldı. Ben bir anadan bir
babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanını kurtarmak dâvası yolundayım. Ve başaracağım." karşılığını verdi.

Hasan Ali YÜCEL

 


 

BENİ YETİŞTİRDİĞİNİZE PİŞMAN MISINIZ?

İsmet İnönü Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk'ün sofrasında bulundu. Atatürk, sofrada kendi yanına oturttu. İsmet İnönü bir kâğıt parçası üzerine şöyle bir soru yazdı:
- Hâlâ bana dargın mısınız? Atatürk bu sorunun altına şöyle yazdı:
- Bugün de arkadaşımsın, kardeşimsin.
İsmet İnönü, Atatürk'e bu yazının altına imza koymasını rica etti. Atatürk imzaladı. İsmet İnönü bu imzalı kâğıdı cebine koydu. Sonra İsmet İnönü ikinci bir soru yazdı:
- Beni yetiştirdiğinizden dolayı pişman mısınız?
Atatürk bu soruyu okuyunca İsmet İnönü'ye bu yazısının altını imzalamasını istedi. İsmet İnönü imzaladı ve Atatürk de bu yazıyı aldı.
Atatürk ile ismet İnönü arasında o zaman geçen bu küçük olay, Cumhuriyet tarihinin karanlık kalmış olan bir köşesini aydınlatmaya yeter kanısındayım.

Asım US

 


 

BAYRAĞI KALDIRINIZ!

Mustafa Kemal o sabah savaş meydanını geziyordu. Yerde parçalanmış bir bayrak, bir düşman bayrağı gördü. Bir an durdu, yanındakilere seslendi:
- "Bu bayrağı kaldırınız, yenilmiş bir düşman bayrağı, fakat o bir milleti, bir orduyu simgeliyor, yerde kalmaya layık değildir."

Ferit Celâl GÜVEN

 


 

KÜFÜR

Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk'e arz ettiler,
- Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. Atatürk sordu:
- Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:
- Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş ta ondan.
Atatürk'e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş,
- Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?
- Hayır...
- Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!.

Hilmi YÜCEBAŞ

 


 

HARBİYE NEZARETİ

Mağlubiyet tahakkuk etmişti. Harbi yapan kabine mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve ruhlarda endişe ve ıstırap vardı. Enver Paşa'nın sesi hâlâ kulaklarımdadır; Padişah'a istifasını götürecek Talat Paşa'ya: 
- Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal'i tavsiye et, Harbiye'ye o gelmelidir... Ondan başka orduyu toplayacak kimse yoktur, diyordu.
Padişah, Harbiye Nezareti'ne Mustafa Kemal'i getirmedi, fakat o, kendisini daha yüksek bir makama kendisi getirdi.

Hasan Rıza SOYAK

 


 

YUGOSLAVYA KRALI

Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral:
- Ekselans, dedi. Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle Birinci Cihan Harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.
Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verdi:
- Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra, büyük geçmiş olsun...

Seyit Kemal KARAALİOĞLU

 


 

YORGUNLUK

İzmir Zaferi'nden sonra trenle Ankara'ya dönmüştü. Vali daha önceki istasyonlardan birinde kendisini karşılamaya gitti,
- Nerededir? diye sordu.
- Daha giyinmedi... dediler.
Vali Atatürk'ün ahbabı idi. Biraz teklifsizliğe vurarak kompartıman kapısına kadar gitti,
- Büsbütün çıplak değilsiniz ya efendim... dedi.
- Hayır ceketsizim. İçeri girdi, Atatürk,
- Uyuyamadım, dedi, battaniye yastık koymamışlar. Koluma dayandım, ağrıdı. Ceketimi yastık yapayım dedim, üşüdüm. Uyuyamadım, kalktım.
- Peki ama efendim niçin haber vermediniz? Gülümseyerek cevap verdi,
- Hepsi de benim kadar uykusuzdurlar. Rahatsız etmek istemedim.

Falih Rıfkı ATAY

 


 

TORPİL

Bir tarihte Atatürk, Ege Vapuru ile Mersin'e gitmişti. Dönüşte vapur Fethiye'de durmuş. İlçe'de halk şenlik yaparken, gemilerden havai fişekler atılıyormuş. Kendisine refakat eden Zafer Torpidosu'nda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri Zafer Torpidosu Kumandanı'na bir torpil atmasını söylemiş.
Torpido Kumandanı:
- Hay hay efendim, demiş, yalnız bir torpilin kıymeti elli bin liradır.
Bunun üzerine Atatürk:
- Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir!...
Ve Torpido Kumandanı'na dönerek:
- Sizi tebrik ederim, diye iltifatta bulunmuş.

Niyazi Ahmet BANOĞLU

 


 

SEN GAZİ'Yİ TANIR MISIN?

Sen Gazi'yi tanır mısın baba?
İhtiyar beni, saçma bir sual sormuşum gibi alaycı bir şekilde süzdü:
- Gazi'yi tanımayan var mı ki? dedi ve ilave etti:
- Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde cuma namazı kılarmış. Ta göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi nur yüzlü, peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış!...
Gülmemi güç tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne baktım. O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
- Varsın, dedi, o da öyle bilsin. Hakikati öğrenmek bel ki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürtüp de sevgisini kaybetmekte ne mana var?..."

Niyazi Ahmet BANOĞLU

 


 

FEDAKARLIK

Mustafa Kemal Fevzi Paşa ile birlikte cepheye hareket etti. Karargâhını Ankara'nın seksen kilometre kadar güneybatısında, demiryolu üzerindeki Polatlı'da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hâkim bir tepe olan Karadağ'a çıktı; attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istedi. Tekrar atına binerken Mustafa Kemal şiddetle yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı; bir an için, ciğerlerim sıkıştırarak, nefes almasına ve konuşmasına engel oldu. Yanındaki doktor, kendisini ciddi şekilde uyardı: - Devam ederseniz hayatınız tehlikeye girer.
Mustafa Kemal:
- Savaş bitsin, o zaman iyileşirim, diye yanıt verdi.
Tedavi için Ankara'ya döndü. Fakat yirmi dört saat sonra yine cephedeydi. Yarası ona acı veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.

Lord KINROSS

 


 

ATEŞ HATTINDA

Mustafa Kemal her zaman ateş altında dolaşıyordu. Askerlerin maruz kaldığı her türlü tehlikeyi paylaştığı, etrafında yüzlerce insan öldüğü halde ona bir şey olmuyordu. Bir seferinde yeni kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz bataryası üstlerine ateş açtı. Top menzilini bulmaya çalışırken, gülleler de gittikçe yaklaşıyordu. Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu. Yanındakiler sipere girmesi için yalvarmaya başlamışlardı. O, 
- Hayır, diye itiraz ediyordu. Sipere gizlenecek olursam, askerlerime kötü bir misal olurum. Geride siperde bulunanlar korku ve hayretle kendisini seyrederken, o sigarasını yakmış, hiçbir şey yokmuşçasına gayet sakin konuşuyordu. Düşman topçusu menzili biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel yağmuru altında üstü başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal'e bir şey olmamıştı.

Peyami SAFA

 


 

İŞİNE KARIŞMAYACAĞIM

Eski Bahriye Nazırı ve Milletvekili Rauf Orbay anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa beni Meclis'teki odasına davet etti:
- Rauf kardeşim, dedi, niçin bu görevi kabul etmiyorsun, görüyorsun ki, Meclis senin üzerinde duruyor. Başka birini seçmek istemiyor. Anarşi olacak. Kabul etmeyişinin sebebi ne?
- Söyleyeyim Paşam, dedim. Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen yine benim işime karışacaksın. Ben de buna tahammül edemeyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım. Halbuki, benim imanım, bu orduların başında, bu milleti senin kurtaracağın merkezindedir. Bu yüzden seninle ihtilafa düşmeyi katiyen kabul edemem.
Mustafa Kemal Paşa son derece samimi bir tavırla:
-Kardeşim, ben namussuz muyum? deyince, hayret ettim.
-Ben böyle bir şey söylemedim.
-O halde, sana namusumla söz veriyorum. Heyeti Vekile Reisliği'ni kabul et, hükümeti kur, senin hiçbir işine karışmayacağım, dedi ve hakikaten dediğini yaptı, Allah rahmet eylesin."

Rauf ORBAY

 


 

 

ZÜLÜFLÜ İSMAİL PAŞA

Biz Harbiye'de okurken bir kış gene böyle çok şiddetli geçiyordu. Mektebin sobaları yanmıyordu. Derdimizi idareye anlatamadık. Arkadaşlar Müdür'e çıkmak için beni seçtiler. Müdür Zülüflü İsmail Paşa... Kendisini görmek için izinler aldım. Huzura çıktık. Evvela Padişah'a, sonra Müdür Paşa'ya dualar ettik. Nihayet soba meselesine geldik. Paşa birdenbire gürledi:
- Soğuk mu? Ne soğuğu? Padişah Efendimizin nimetleri gözünüze dizinize dursun... Görmüyor musunuz sobalar cayır cayır yanıyor... Çıkın nankörler!. Baktık sahiden de müdürün sobası güldür güldür yanıyor. Paşa da buram buram terliyordu. Sıcaktan yakasını açmıştı. Ve sanıyordu ki mektebin tüm sobaları böyle yanmakta... Çocuklar biz Çankaya Köşkü'nde bazen Zülüflü İsmail Paşa gibi kendimizi sakın aldatıyor olmayalım!..

Hikmet BİL

 


 

BUNLAR YAZILMAZSA BEN ANLAŞILAMAM

Yazar ve Gazeteci Falih Rıfkı Atay Atatürk'le ilgili bir anısını anlatıyor:
"Coşkun ve cümbüşlü bir geceden sonra, Çankaya'daki evine gitmiştim. Kendisine dedim ki:
- Şimdiye kadar sizin için ecnebi dillerde yalnız frenkler yazdılar. Biz yanınızdayız. Sizi onlardan daha iyi tanıyoruz. Müsaade eder misiniz, Yakup Kadri ile ben hayatınız ve eserleriniz hakkında bir kitap hazırlasak?
Bilardo istekasını bırakarak yüzüme baktı:
- Dün geceyi yazacak mısınız?
- Canım efendim, bu kadar hususiyetlere girmeye ne lüzum var?
- Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılamam ki..."

Falih Rıfkı ATAY

 


 

KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞI

Atatürk'ün genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
"Bir İstanbul seyahatinden Ankara'ya dönüyordum. Derhal Köşk'e gittim. Hizmetçilere Atatürk'ün ne durumda olduğunu sordum.
- İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo
yaptı ve şezlongda istirahat etti, dediler. Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. Elinde bir tarih kitabı vardı, bitirmeye çalışıyordu. Bana,
- Hoş geldin, dedikten sonra, elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri okuyorum, diye ilave etti.
- Yorulmadınız mı, Paşam? diye sordum.
- Hayır, dedi, yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Biraz tülbent aldırttım ve parça parça kestirttim. Bu parçalarla gözlerimi siliyorum."

Niyazi Ahmet BANOĞLU


 

KENDİNE GÜVENME

Çanakkale'de, Arıburnu'nda harp ederken, Liman von Sanders Paşa, vaziyetteki zorluğu görerek, bir Alman miralayı göndermişti. Miralay geldi. Kaymakam Mustafa Kemal Bey'den kumandayı almak istedi. Mustafa Kemal Bey kumandayı bırakamayacağını söyledi. O vakit bu büyük hadise olmuştu. Alman miralayı, Liman von Sanders Paşa'ya şikâyet etmişti. Liman Paşa meseleyi halledebilmek için daha büyük rütbede olan Kolordu Kumandanı Eşref Paşa'yı göndermişti. Fakat bu defa Mustafa Kemal Bey şöyle dedi:
- Ben bir şart ile kumandayı bırakabilirim. Miralay cenaplarının kumandayı aldıkları vakit ne yapacaklarını öğrenmeliyim.
Alman miralayı vaziyeti tetkik etmiş:
- Ben ricat emrini veririm, demiştir. Mustafa Kemal Bey ise:
- İşte ben bunu bildiğim için kumandayı bırakamıyorum. Ben bu vaziyette taarruz ederim. Arkada nihayet bir, iki kilometrelik bir mesafe vardır. Böyle bir vaziyette ricat etmek, mahvolmak, denize dökülmek demektir. Binaenaleyh taarruzdan başka yapacak bir şey yoktur, cevabını vermiştir.
Bunun üzerine Esat Paşa, Mustafa Kemal'in omzunu
okşayarak:
- Allah muvaffakiyet versin, demekle yetinmiş ve karargâhına dönmüştür.
Mustafa Kemal Bey taarruz kararını tatbik etmiş, o günün gecesi içinde tehlikeli vaziyet değişmiş, muvaffakiyet başlamıştır. Bu neticeyi gören Alman Miralayı askeri bir tavır ile selam vererek Kaymakam Mustafa Kemal Bey'e yaklaşmış:
- Ben bir miralayım. Rütbece sizden büyüğüm. Fakat sizin emriniz altında çalışmayı kendime şeref bilirim. Bunu Liman von Sanders Paşa'ya da böylece bildirdim! demiştir.

Asım US

 


 

JAPON VELİAHTI

Japon Veliahtı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar. Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı.
Japon Veliahtı hayret etmişti.
Atatürk tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitoloji
sinden konuştu.
Veliahtın ağzı açık kalmıştı.
Söz edebiyata intikal etti. Atatürk:
- Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük etkileri
vardır... diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar
okudu.
Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz? diye soramadı Fakat Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı.
Atatürk hep böyleydi. Her şeyi planlıydı. O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti.

Niyazi Ahmet BANOĞLU

 


 

LOZAN HEYETİ

Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk anlatıyor:
"Lozan Konferansı'na gidecek heyetimize kim başkanlık edecek? Bir türlü kararlaştırılamıyor. Gazi yazıhanesinin başında, kahvesini yudumlaya yudumlaya, etrafına toplanmış milletvekilleriyle konuşuyor, diyor ki:
- Arkadaşlar... Şu Baştemsilci'yi hâlâ seçmediniz. Vakit geçiyor. Seçildikten sonra da hazırlanıp yola çıkması için zamana ihtiyaç var. Rica ederim bu işi bir an önce kararlaştırın, bitirin artık!
Cevap veriyorlar:
- Eee... Doğru Paşam ama, siz de İsmet Paşa'yı istiyorsunuz. Nasıl yapalım? Olacak iş mi bu? İsmet Paşa Baştemsilci olabilir mi?
Gazi gülümsüyor:
- Hakkınız var, arkadaşlar... Siz İsmet Paşa'yı tanımıyorsunuz, onun yalnız askerlik tarafını biliyorsunuz, çünkü ömrü cephede geçti. Ankara'da pek az süre kaldı. Tanımaya vakit ve imkân bulamadınız. Bu adam zekidir, tedbirlidir. Bilhassa ileriyi görüş ve tetkik özelliği güçlüdür. Örneğin, içinizden birini şu masayı devirmeye! memur etsem, iki, üç, nihayet dört şekilde devirebilir... Oysa ki İsmet Paşa, bunu sekiz on şekilde devirmek gücüne sahiptir.
Bu söz, İsmet Paşa üstünde oybirliğiyle durulmasına kafi geldi. Gazi, küçücük bir örnekle, düşüncesini kabul ettirmesini bilmişti."

Niyazi Ahmet BANOĞLU

 


 

 

İŞ BANKASI'NIN KURULMASI

Atatürk'e bir gün yabancı sermayeli bankaların milli konularda kredi verme zorlukları naklediliyor. O da bir milli banka kurulmasına karar veriyor. Bu iş için bir adam düşünüyor, yakınlarından birisini çağırıyor:
- Ben bu kuracağım bankanın başına getirmek için İktisat Vekili Celal Bey'i düşünüyorum. Acaba kendisi ne der? diyor. Muhatabı:
- Efendim, Celal Bey siz ne emrederseniz gözünü kırpmadan yapacak kadar size bağlıdır, cevabını veriyor. Atatürk:
- Benim onun ahlakına çok itimadım vardır. Fakat sen hiç benden bahsetmeden bir nabız yokla diyor. Bu zat Celal Bey'i buluyor. O vakit İktisat Vekilliği gibi bir vazifeyi bırakıp yeni kurulacak ve üç beş odalı bir binada işe başlayacak bir bankaya müdür olmak biraz tuhaf görünse bile, Celal Bey muhatabına:
- Ben onun emrinde bir neferim, nerede emrederse orada vazife görürüm, cevabını veriyor.
Aradan bir zaman geçiyor. Atatürk, Celal Bey'i çağırıyor ve bu sefer ona doğrudan doğruya konuyu açıyor. Celal Bey yine her ne emrederse yapacağını tekrarlıyor. Bu sefer Atatürk:
- Ama Vekilliği terk etmek lazım gelecek, diyor. Atatürk bu sefer daha ileri gidiyor:
- Mebusluğu da bırakman lazım gelecek.
- Bırakırım, Paşam...
O vakit Atatürk, Celal Bey'in omzunu tutuyor:
- Haydi işe başla, göreceksin muvaffak olacaksın,- diyor ve şu sözleri ilave ediyor:
- Bu iş için lazım gelen bütün kaliteler sende vardır. Ben senin namusuna ve ahlakına kayıtsız itimat ederim."

Münir Hayri EGELİ

 


 

MUSSOLINI

İnönü İtalya'ya resmi bir ziyaret yapacağı vakit, Atatürk,
- Sen Türkiye'nin Başvekili'sin. Mussolini de resmen İtalya'nın Başvekili'dir. Arada hiçbir fark tanımayacaksınız, demişti.
Yolda idik. İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu. İnönü Roma'da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Türk Heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcularına haber verdi. Trende bir telaştır gitti. Roma'ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında jaketayı ve başında silindir şapkası ile Türkiye Başvekili'ni bekliyordu.

Falih Rıfkı ATAY


 

BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ

Henüz ilk seçimde bir vatandaş Eskişehir'de tek parti listesine isyan etti, Bağımsız Milletvekili çıktı. Bu vatandaşın adı Emin Sazak'tır. Tedhişçiler bu isyanı cezalandırmak için olanca tahriklerde bulundular, fakat muvaffak olamadılar. Atatürk'ün tek parti listesine ikinci isyan Trakya'nın bir çevresinde olmuştu: Bir Halk Partili, Bağımsız Milletvekili olarak Meclis'e geldi.
Tedhiş meraklıları yeniden harekete geçtiler. Onu herkese ibret verecek gibi cezalandırılmalı idi. Bu sırada şöyle bir konuşma olmuştu: Milletvekili'ni tanıyanlardan biri Atatürk'e:
- Bu zat için iyi bir adamdır, derler. Ben de öyle tanıyorum dedi. Atatürk şu cevabı verdi:
- İyi adam olmasa halk bize karşı tutar mıydı? Onu kaybetmeye değil, kazanmaya bakınız.

Falih Rıfkı ATAY

 


 

HATAY

Hatay için Fransızlarla yapılan görüşmelerin bir bölümünde Atatürk, apansız bir kararla Güneye doğru epeyce gösterişli bir geziye çıkmıştı. Bundan bazı kişiler kuşkuya düşmüş, Türkiye'nin Fransa ile silahlı bir anlaşmazlığa sürüklenmesi olabilirliğinden söz etmeye başlamışlardı. Kendisine kuşkuları ve söylenenleri arzettim; gülümsedi: 
- Ne ilgisi var efendim, dedi. Bu benim şahsi meselemdir. Durumu Büyükelçiye ta başlangıçtan beri açıkça anlattım. Dünyanın bu durumunda, böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında bir anlaşmazlığa varacağı kesin olarak söz konusu değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. 
Eğer ufukta, bu yolda binde bir olasılık belirirse, Türkiye Cumhurbaşkanlığından ve hatta Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekilecegim ve bir fert olarak bana katılacak birkaç arkadaşla beraber Hatay'a girecegim.
Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim.

Hasan Rıza SOYAK

 


 

ÇOK GELMEZ Mİ?

Mustafa Kemal, Arıburnu Kumandanı'dır. İngilizler Anafartalar'a çıkmışlardı. Durum buhranlı ve çok tehlikeliydi. Mustafa Kemal, Başkumandan Yardımcısı Enver Paşa'ya doğrudan doğruya müracaata mecbur kalıyor. Kendisini tatmin eden bir cevap alamıyor. O sırada karargâhı Yalova'da bulunan Liman von Sanders Paşa, telefonla Mustafa Kemal'i arıyor. Konuşmaya yardımcı olan Genelkurmay Başkanı Kâzım Bey'dir. Liman von ders'in sorduğu soru şudur:
- Durumu nasıl görüyorsunuz, nasıl bir çare tasarlıyorsunuz?
- Durumu nasıl gördüğümüzü çoktan size iletmiştim. Çareye gelince: Bu dakikaya kadar çok müsait çareler vardı. Fakat bu dakikada bir tek çare kalmıştır...
Liman von Sanders soruyor:
- O çare nedir? Cevap kesindir:
- Bütün kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrime verin Çare budur!...
Cevap alaylıdır:
- Çok gelmez mi?
- Az gelir!...
Ve telefon kapanıyor.
Pek kısa bir süre sonra olaylar, Liman von Sanders Paşa'yı, kumanda ettiği kuvvetleri Mustafa Kemal'in emri altına vermeye mecbur etmiştir.

Niyazi Ahmet BANOĞLU

 


 

FRANSA DOSTLUĞU

1933 yılında Ankara Erkek Lisesi'nde sınava giren çocuklardan biri sorulan bir soruya şöyle karşılık vermişti:
- Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz...
Atatürk, derhal sözü keserek sormuştu:
- Hangi geleneksel dostluk, bu da nereden çıktı, kim söyledi bunu?
O zaman coğrafya öğretmeni ayağa kalkarak 'Ben söyledim Paşam' diye onun hiddetini azaltmaya çalışmıştı. Bana dönüp 'Sen söyle tarih hocası' deyince, hemen ayağa kalkarak cevap vermiştim.
- Paşam, ortada bir geleneksel dostluk yoktur. Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları geleneksel dostluk niteliğini vermişlerdir. Örneğin Kırım Savaşı'nda olduğu gibi...
- Aferin, bu gerçekten böyledir. Acınarak söylüyorum Türk'ün geleneksel dostu yoktur. Çıkarlar ortak olunca Avrupalılar buna hemen 'geleneksel dostluk' ismini vermişlerdir, demişti.

Kemal ARIBURNU

 


 

ENVER PAŞA

Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesinden sonra, Enver Paşa Milli Savunma Bakanı olmuştu. Kendisi, İttihat ve Terakki Umumi Merkezi'nden de ayrılıyordu. Bu esnada Doktor Nazım, Enver Paşa'ya:
- Bu vaziyet böyle devam ederse sizi de belki vururlar. Bari şimdiden bir halef tayin et, dedi.
Enver Paşa cevap verdi:
- Mustafa Kemal.
Halbuki Enver Paşa ile Mustafa Kemal'in arası açıktı.

Niyazi Ahmet BANOĞLU

 


 

 

DÜŞMANDAN KAÇILMAZ

Düşman 18 Mart Donanma Saldırısı'nda başarısızlığa uğraması üzerine, karadan zorlama yapmak üzere Boğaz dışındaki adalarda yığınak yapmaya koyulmuştu. 25 Nisan 1915'te tanyeri ağarırken Arıburnu ve Seddülbahir bölgesine ilk düşman birlikleri çıktı. Arıburnu'na çıkan kuvvet, gözetleme taburunu püskürterek sonradan Kemalyeri adı verilen yere kadar ilerledi.
Düşman çıkarmasını haber alan Mustafa Kemal, Conkbayırı yönünde yürüyen düşmana karşı ordudan emir almayı beklemeden kuvvetlerini harekete geçirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocaçimen Tepesi'ne vardı. Askerlerine orada kısa bir dinlenme vererek, atla gidilemediği için, yanındakilerle yaya olarak Conkbayırı'na geldi. Orada cephaneleri bittiği için çekilen ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastladı. Devamını Mustafa Kemal anlatıyor:
- Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
- Efendim düşman...
- Nerede düşman?
- İşte diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu.
Düşman bana askerlerimden daha yakın. Düşman bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek kötü duruma düşecek. O zaman, bir mantıkla mıdır, yoksa bir içgüdü ile mi, bilmiyorum, kaçan erlere:
- Düşmandan kaçılmaz dedim.
- Cephanemiz-kalmadı, dediler.
- Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedim. Ve bağırarak,
- Süngü tak, dedim. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel Bataryası'nın erlerini marş marşla benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye saldım. Erler yatınca, düşman da yere yattı. Kazandığımız an, bu andır.

Falih Rıfkı ATAY

 


 

HASTALIĞI

Doktor Asım:
- Atatürk'ü istasyonda gördüm, dedi. Doktor olarak durumunu beğenmedim. Arkadaşları da burnunun kanadığını söylediler. Ben kanamanın burnundan olduğa nü sanmıyorum; görünen duruma göre, bir karaciğer kanaması olması akla daha yakın. Eğer böyle ise, durum vahimdir, dedi.
Dünya başıma yıkıldı sandım. Geceyi güç geçirdim. Sabahleyin erkenden Çankaya'ya gittim.
Odaya girince bana gülümseyerek baktı ve:
- Hayrolsun, ne var? diye sordu.
- Hastalığınızı merak ediyorum, dedim. Yorulmanızda
endişe ediyorum.. Bana iki yabancı uzman tavsiye ettiler. Çok yetkili kimselermiş. Eğer izin verirseniz, kendilerini Türkiye'ye davet etmek ve sizi görmelerini sağlamak istiyorum. Bunu ricaya gelmiştim.
Kaşlarını hafifçe çattı. Biraz düşündü. Böyle bir davetin politik tesirlerini hesapladığı belli idi:
- Ortalıkta, Hatay meselesi var. Hastalığım dışarıda duyulursa iyi olmaz... Bu noktayı değerlendirmek lazım dır. Sen Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten Tıp Kongresi yapılıyor. Gelip bir muayene etsinler. Bakalım onlar ne diyecek? Sonra düşünürüz, dedi.

İsmet BOZDAĞ


 

BÖYLE BİR AĞAÇ YETİŞTİRDİN Mİ?

Bahçe mimarı Mevlut Baysal anlatıyor:
"Çankaya Köşkü'nde, bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım:
- Emrederseniz derhal keselim Paşam. Bir an yüzüme baktı, sonra:
- Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin."

Niyazi Ahmet BANOĞLU

 


 

ADNAN MENDERES

Serbest Fırka'nın son günleriydi. Halk Fırkası mutemetlik saltanatına ilk darbe, Aydın'da vurulmuştu ve bu darbeyi vuranların başında, o zaman çok genç olan Adnan Bey (Adnan Menderes) bulunuyordu. O sırada Recep Bey, Vasıf Bey, Halid Bey ve daha birçok zevat sık sık Aydın'a geliyor, vaziyeti tetkik ediyor, temaslar yapıyor, rapor yazıyor, Ankara'ya gidip geliyorlardı. Velhasıl, bir telaştır gidiyordu. Bu gidiş gelişler arasında Gazi'ye; Adnan Bey'den bahsetmişler. Kendisini görmeyi arzu etmiş, görmüş.
Cevdet Kerim Bey'den naklen duyduk. Gazi, Adnan Bey'i gördükten sonra,
- Bu gençte çok iş var, demiş ve derhal milletvekili namzetleri listesine alınmasını emretmiş.

Niyazi Ahmet BANOĞLU

 


 

ER'İN MENDİLİ

Bir akşam uzun süre didişen, uğraşan iki erden birinin yüzünü sildiği mendil gözüne ilişmişti. Bu işlemeli ve göz alıcı yağlığı isteyerek ere sordu:
- "Bunu nereden aldın?"
Bu ansızın sorulan soru karşısında şaşıran kahraman Türk çocuğu, sıkılarak karşılık verdi:
- "Yavuklum gönderdi, Atatürk!"
Büyük kayıplar karşısında bile ağladığı görülmeyen, acı duyguları içinde gizleyen Büyük Şef, bilmem neden, o anda sarsılmıştı; dolan mavi gözlerinden iri damlalı yaşlar dökülüyordu. Er'in demin yüzünden akan terleri sildiği bu mendille o da göz yaşlarını silmişti.

Prof. Naim Hazım ONAT

 


 

ACI DUYUYORUM

Bize savaşlardan birini anlatıyordu:
- "Görüyorsunuz ya, dedi, birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek derin bir acı duyuyorum."

George BENNEB

 


 

TARİH ZORLAMAYI SEVMEZ

Atatürk ne gösterişlerde, ne mevkilerde, ne rütbelerde içini doyurucu bir zevk bulamamıştır. O, fikir peşinde idi. Gerçek büyüklüğü daima fikirleri uğruna savaşmakta, her an, o andan önceki bütün şanlarını ve şereflerini fikirleri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır.
Bir gün Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine "Atatürk" adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlanmıştı. Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına:
- Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih zorlamayı sevmeyen nazlı bir peridir. Fikirleri tercih eder, demişti.

Falih Rıfkı ATAY

 


 

KADINLAR LOKANTADA

Zaman o zamandı: başta Atatürk vardı. Büyük uyanma dönemi yaşanıyordu milletçe.
O zamanlar Ulus'ta bir İstanbul Lokantası varmış. Müşteriler kalpaklı, pos bıyıklı, kavi adamlar.
Yemeğe iki hanım geliyor her gün: Biri Süreyya Ağaoğlu, biri de Hukuk'u onunla bitiren iki hanımdan biri... Lokantaya her girişlerinde bütün başlar kalkıyor.
Bir gün zamanın Başbakanı Rauf Orbay'dan bir haber geliyor:
"İki genç kızın İstanbul Lokantasında yemek yemeleri uygun değil."
Hatta galiba haberi kızına ileten, Ağaoğlu Ahmet. Genç kız küplere biniyor. Tam o akşam, gene avcı kıyafetiyle, gene traktör sürmekten yorgun, Paşa evlerine geliyor. Gene coşkular içinde. Gene Türk kadını, şu olabiliyor, bu olabiliyor diye iftiharlar içinde...
Süreyya dudak büküyor. Atatürk, kendisine "İşini sevmiyor musun?" diye sorduğunda:
"Evet ama Başbakan, öğleleri lokantaya gitmeme kızıyormuş." diye yanıtlıyor.
- Hakkı var. Orada ne işin var?
Ertesi gün dairede bir koşuşma, "Paşa sizi istiyor" diye geliyorlar.
- Hangi Paşa?
- Kemal Paşa Hazretleri. Paşa, açık gri bir otomobilde beni bekliyordu.
İstanbul Lokantasının önünden geçerken şoföre "Dur" emrini verdi. Lokantadakiler dışarı fırlamışlardı. Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle:
- Bugün Süreyya Hanım Çankaya'da benim davetlim, yarın her zamanki gibi lokantaya gelecek, dedi.
Çankaya'da Latife (Gazi Mustafa Kemal) beni gülerek karşıladı. Aslında. Atatürk çok kızmış Başbakan'a...
... Ve sonra ne oldu biliyor musunuz? Herkes ertesi gün, İstanbul Lokantasına eşleriyle geldi.
Zaman işte o zamandı.

Nimet ARZIK

 


 

HAYDİ BAKALIM ZEYBEK OYNAYACAĞIZ

Bir başka akşam, fasıldan sonra bir semai çalarak konsere son verdik. Atatürk şöyle dedi:
- Her fasıl peşrevle başlıyor, saz semaisiyle bitiyor. Dörder "hane" olarak yapılan bu eserlerin, özellikle saz semailerinin tavrı aşağı yukarı birbirlerinin aynı. Bizlere heyecan verecek, ruhumuzu okşayacak zeybek havaları gibi kıvrak ezgilerle düzenlenseydiler olmaz mıydı? Acaba bestekârlarımız neden bunu göz önünde tutmamışlar?
Gazi'nin bu buluşları harikaydı. O ara salon orkestrası konserine başladı. Yerimden kalktım. Beni de ilgilendiren bu buluş üzerine hemen bir eser yazmak ve
hemen orada arzularını yerine getirmek için tenha bir yere çekildim. Bir kâğıt parçasına o anda doğan ezgileri Hamparsum notasıyla tespit ettim, dördüncü haneye de zeybek temposunda bir oyun havası ekledim. 15 dakika gibi kısa bir sürede oluşturduğum bu eseri bir daha gözden geçirdim, kendim de beğendim. Mükemmel bir "Nakriz Saz Semaisi" bestelenmişti.
Yirminci dakikada salona girdiğim zaman orkestra dans havaları çalmaya devam ediyor, Atatürk sofra başında yanındakilerle konuşuyordu. Beni görünce:
- Neredeydin?
- Paşam, emirlerinizi yerine getirmek üzere dışarıya çıkmış idim. Müsaade buyurursanız, şimdi bestelediğim "Nikriz Saz Semaisi"ni dinleteceğim.
Paşa hayret etmişti. Derhal tamburla eseri çalmaya başladım. İlgiyle, dikkatle izliyordu. Son hanenin zeybek usullerine başlar başlamaz:
- Bravo! Aferin evladım... diyerek arkalarında İnönü'nün de bulunduğu konuklarına:
- Haydi bakalım, hepimiz zeybek oynayacağız!
Tekrar tekrar bu eseri çaldırdılar ve zeybek oynadılar.

Refik FERSAN

 

0

 
ANASAYFA HZ.MUHAMMED 
KÜLTÜR SANAT

MAKALE VE DENEMELER

İSLAMİ BÖLÜM
YAZI ATÖLYESİ
E-KİTAP ZİYARETÇİ DEF.
MOZİLLA FİREFOX
İslami Bölüm Anasayfa
Bir İnsan Olarak Hz. Muhammed (S.A.S)
A-ALÇAKGÖNÜLLÜ
EV İŞLERİNDE
HİZMET GÖRDÜRMEYİ SEVMEM
DOYUNCA HEP AĞLARIM
SESSİZCE YATAĞINA UZANIR
ÜÇ GÜNDÜR AÇIM
BİR KERE DAHA
ALLAH YOLUNDA
GEL ŞİMDİ ÖDEŞELİM
YERYÜZÜ DOLUSUNCA
HZ FATMA’NIN ÇEYİZİ
İSTEMEZ MİSİN EY ÖMER
DAHA GÜÇLÜ DEĞİLSİNİZ
HERKESTE BİR O’NDA (SAV) İKİ
BEN KRAL DEĞİLİM
HİÇBİR GÖSTERİŞ
HABBAB DÖNENE KADAR
DÜNYADAN KONUŞTUĞUMUZDA
HANGİ YOLDAN İSTERSEN
KUYUYU GERİ ALMASI
BİZ ONU KATIK YAPAR

GÖĞSÜNÜ AÇIP
BİR TANESİ KARDEŞİNE
BEN DE ODUN TOPLAYAYIM
ANCAK ALLAH İÇİN
BENDEN GÜZEL KÖLE Mİ OLUR?
ONLARIN ARASINDA BULUNACAĞIM
BÜYÜK ALLAH’TIR
ARKADAŞ SAKİN OL
DUANDA BENİ DE
BEN ÇOBANKEN

B- ÖNDER
ZORUNLU YÜRÜYÜŞ
SOPAYI UZATINCA
ON BEŞ GÜN SONRA

ADAM HAKLI
HİÇ YALAN SÖYLEMEDEN
YOLU KAYBETTİĞİNDE

KAN DAVASI
GÜNEŞİ BİR ELİME AYI BİR ELİME
BAZEN OLUR

C- ZEKİ
HUNEYN’DE MEDİNELİLERLE
ANNEN OLSAYDI
KAÇ TANRIYA İNANIRSIN
YERSEN RIZKINDIR
BİR HALKIN EFENDİSİ
BİZİ SEN YÖNET
D-ŞEFKATLİ
FAKİR HIRSIZ
DÜŞMANA YARDIM
CANINA AZAP ETMESİN
TAİF AÇ KALINCA
Hz. ZEYNEB'İN KATİLİ
ŞEFKATİN ZİRVESİ UHUD
ŞEHİD ÇOCUĞU
İSLAMA ÇAĞIRDINIZ MI?
YEMEDİĞİNİZİ FAKİRLERE
FARZ OLMASIN DİYE
BİR SÜT KUZUSU
BENDEN DAHA YOKSUL
ON GÜMÜŞ
ALLAH'IN GÜCÜ SENİN GÜCÜNDEN
YÜZYİRMİ KOYUN
SEVENİN SEVGİLİSİ
MEKKE'NİN FETHİ
İNSAN OLARAK HZ.MUHAMMED HOŞGÖRÜ
YAHUDİYDİ İNSANDI
ABDULLAHLA UĞRAŞMAYIN
SARHOŞA LANET
TAİFE HAYIR DUA
HERKES KENDİNE YAKIŞANI
NAMAZDA ACEMİ
KÖTÜLÜĞE KÖTÜLÜKLE
BÜYÜCÜ
BENDE ADİL OLMASSAM
DEVE ETİ YİYENLER
ŞEFKATİN ZİRVESİ UHUD
E- BABA OLARAK HZ. MUHAMMED (SAV)
İBRAHİM'İ ZİYARET
AĞLAYAN BİR ÇOCUĞUN SESİ
BEN ŞAHİT OLMUYORUM
BEN DE SİZİ SEVİYORUM
ONA ŞEFKAT DUYUYOR MUSUN?
CENNETİ HAK ETMİŞTİR
HOŞGELDİN KIZIM
KIZ-ERKEK AYRILINCA

ÖNSÖZ
SAİD ALPSOY KİMDİR(YAZAR HAKINDA)
PEYGAMBERİMİZİN HAYATI VİDEODAN (1)
PEYGAMBERİMİZİN HAYATI VİDEODAN (2)
FESUBHANALLAH!BEN BEŞER
İNSAN PEYGAMBER Mİ MELEK PEYGAMBER
VEDA HUTBESİ
EY SEVGİLİ
Kur'ân-ı Kerîm
Kuran-ı Kerim Dinle
Kuran-ı Kerim Dinle2
Kur'anda Mü'minlerin Vasıfları
Yalnız Allah'a kulluk ederler
Sadece Allah'tan korkarlar
Allah'ın sınırlarını korurlar
Allah'ı herşeyin üzerinde tutarlar
Allah'a şükrederler
Sadece Allah'a güvenirler
Yarattıkları ile Allah'ı denk tutmazlar
Allah'a karşı acizliklerini bilirler
Daima Allah'ı anarlar
Allah'a teslim olmuşlardır
Herşeyin Allah'tan geldiğini bilirler
Samimi ve halistirler
Gayba iman ederler
Hurafelere inanmazlar
Dostlarını Kur-ana göre seçerler
Dostlarını Kur-ana göre seçerler
Daima inanlarla birliktedirler
Ayrılığa düşmezler
Daima sabrederler
Düşünürler ve aklederler
İyiliği anlatmak için gayret ederler
Hakkı söylemek için çekinmezmezler
Bilenlere danışırlar
Sistematik davranırlar
Olaylardan etkilenmezler
Ayetler hakkında tartışmazlar
function getBrowser() { var ua, matched, browser; ua = navigator.userAgent; ua = ua.toLowerCase(); var match = /(chrome)[ \/]([\w.]+)/.exec( ua ) || /(webkit)[ \/]([\w.]+)/.exec( ua ) || /(opera)(?:.*version|)[ \/]([\w.]+)/.exec( ua ) || /(msie)[\s?]([\w.]+)/.exec( ua ) || /(trident)(?:.*? rv:([\w.]+)|)/.exec( ua ) || ua.indexOf("compatible") < 0 && /(mozilla)(?:.*? rv:([\w.]+)|)/.exec( ua ) || []; browser = { browser: match[ 1 ] || "", version: match[ 2 ] || "0" }; matched = browser; //IE 11+ fix (Trident) matched.browser = matched.browser == 'trident' ? 'msie' : matched.browser; browser = {}; if ( matched.browser ) { browser[ matched.browser ] = true; browser.version = matched.version; } // Chrome is Webkit, but Webkit is also Safari. if ( browser.chrome ) { browser.webkit = true; } else if ( browser.webkit ) { browser.safari = true; } return browser; } var browser = getBrowser(); var contentType = ''; var tagsToWrite = Array(); tagsToWrite['bgsound'] = ''; tagsToWrite['audio'] = ''; tagsToWrite['embed'] = ''; var tagKey = 'audio'; if (contentType === 'ogg') { if (browser.msie || browser.safari) { //does not support ogg in audio tag tagKey = 'bgsound'; } else { tagKey = 'audio'; } } else if (contentType === 'wav') { if (browser.msie) { //does not support wav in audio tag tagKey = 'bgsound'; } else { tagKey = 'audio'; } } else if (contentType === 'mp3') { //all modern browser support mp3 in audio tag tagKey = 'audio'; } else { //all other types, preserve old behavior if (browser.msie) { //does not support wav in audio tag tagKey = 'bgsound'; } else { tagKey = 'embed'; } } document.write(tagsToWrite[tagKey]); Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol